Cuma
Giriş
Uzun ve özel zamanın bölüm bölüm biriken tek şiiri.
Sesli okumanın neredeyse olanaksız olduğu ve birden çok izlekle defalarca farklı farklı okunabilecek dizelerin toplamı.
Herkes kendininkini seçecek.
Ben seçtim ve asla ele vermem.
Soluk'u oluşturan bölümlerin birçoğu, yazıldığı yıllarda, tümü bir bütün oluşturmadan çok önce, internette şimdi yayında olmayan "Quelle Dommage" adlı bir sitede yayınlandılar.
Oluşan bu bütün, bu dosya burada yayınlanmadan önce, dört ayrı yayınevine yollandı.
İlki, Hilmi Yavuz şiir editörüyken Can Yayınları'ydı.
Hilmi Yavuz, kendi deyimiyle "avant-garde" bulduğu bu dosyayı yayın programına aldı.
Ardından Can Yayınları onun isteğinden bağımsız şiir dizisini sonlandırınca özür dileyerek geri verdi.
İkinci durak, Om Yayınları'ydı.
O zamanki şiir editörü Nevzat Çelik, dosyayı inceledikten sonra, "noktalama işaretleri olmadan bunlara şiir denemeyeceğini", üşenmeyip aralarına noktalama işaretleri koyduğu kimi şiir örnekleriyle bana gösterip anlatmaya kalkınca, kibarca, hayatta nelerin söylenip nelerin bu kadar kolay söylenemeyeceğini kendine hatırlatarak odasını terkettim.
Üçüncü durak, YKY idi.
Orayı, Hilmi Yavuz'un, "bunları ben dışında anlarsa bir Enis Batur anlar," demesiyle seçmiştim.
Yayınlanmaya uygun bulunmadı.
Enis Batur'un okuyup, okumadığını öğrenemedim.
En son duraksa Metis Yayınları'ydı.
"Yoldayım" başlıklı daha geç tarihli şirlerimi içeren bir başka dosyayla birlikte değerlendirilmek üzere yayınevine bırakıldı.
Uzun bir incelemenin ardından, "kim olduklarının bilinmesini asla istemeyen" yayınevi şiir danışmanları tarafından yayınlanmaya uygun bulunmadı.
Şair ve yayıncı ortamlarından da, içki masalarından da çok uzağım.
Artık koşuşturmamaya karar verip burada, yeniden en başlarda yeraldığı zeminde yayınlamayı seçiyorum.
Dosyayı burada okuyup da yayınlamayı düşünen yayınevleri de, bu kitap yayınlansa da internet yayınını kesmeyeceğimi bilmeliler.
Hakan Akçura
Başlarken
o çok kapılı, rengi tutsak, kokusu rüzgarlı mekanı içimizin.
Her şeyimiz olabilen hiçlik bilgimiz. Bu yüzden, yoksunluğu
-o iç acıtan, koyu- en çok oyun sonrası bırakılmışlığımızda hissederiz. Oyun, gerçek dilimizdir çünkü.
En vazgeçilen yerinden, yeniden yaratmanın öğrencisiysek üstelik
bu zamanda. Evet, bu zamanda...
Buluşma, olduğun yerde olanladır. Kurgusuzdur.
Beklenmedik olduğu kadar, çağrılandır.
Perde izleridir ötesini vareden. Açılır, saklı olana bakarız;
kapanır, görürüz. Aramak bu yüzden yanlış.
Her şey saklı ve yerinde.
Ten, ışığı vareder. Akan bir dil, bu kadar uygun bir örtüde taşınabilir. Unutulur, çoğu zaman. Unutulduğu bilinir. Küskünüzdür en çok kendimize -çoğu zaman-.
Sakınırız bu bilgimizin parıltısını.
"Belki..." Bu ses bizden çıkar, bizi arar. Ona bile saklıyızdır. Cümle büyüyünce, arınır. Öncesi de yoktur oluşun, sonrası da. O, kendini taşır. Taşıdığı da akar, o da büyür ve arınır.
29.8.1995
27.11.2001
1
tüyleriyle boynuma sarılan silkinip
uyanış gecenin dördü sabaha
küskün girmeme kararım yüzünün
imgesine -omzumun üstünden hep
bana bakan- gülümseyişim öğlen
sıcakları kış günü yorgunluğun
günün ikisi müziği içine alıp da
geceye girmen o ateş başı o yürüyüş
-"bir şey var bunda dinle ne
bilmiyorum sen biliyor musun kalp
ritmi hayır o değil"-gülümseyişim
oldu susam kokan vişne çürüğü
mekanlarda uyanmayalı penceresi
içe açılan ömrümüz sırtını ödünç
almam tam üç yıl sonra zamanı
kendime yakın ya da uzak
hissetmem
yerlerde doğmak tenini kendin
hissettiğin zamanı ömrünün diri
kulaçlarıyla öne arkaya sallanıp
seyredişi içe açılan cam önleri
bilmemekliğim sırtında
artık akıp da gideni
satır aralarını onu al bekle
şunu sürdür yolu isteyip de durmam
bazen tam ortasında günün sola
dönüp bakmam sözler sesi ağır ağır
içime geçen onları hiçbir zaman
kendisi olarak görememem
gecenin sağa dönüp
bakman sesler sözleri hızla bir belirip
kaybolan ışığıyla tanıdığın
duyguları onların taşı bırak kur izin
ver cümlesini sakınıp bırak boşluğun
dost çağrısı tanımları ıslak
kısa yolculukların
hatırlamak istediğimi biliyorum neyi
nasıl yazmamak taşımamak
söylememek bedenlerini önüme
seren suretleri hayatın ne denli
saydamım ne denli kara bir taş ne
denli ışık -son günlerde yaydığımı
söyledikleri- giden ne benden
gelenin yalnızlığı o yaşlı yüzüyle ve
yeni aynaları reddeden yaldızlı
duvarlarım
günbatımlarında üzerine saydam
gölgelerini verdiğin bedenlerini
önüne süren suretleri bir köşede
uyumaların -çok özel zamanlarda
birilerinin bir yerlere gidebilmesi ya
da- evlerimize gitmemek ne olacak
perşembeleri saat sekiz buçuklar
yeter bir iyi hallerin bir iyi ve yeni
yansımaları reddeden aynalarımı
okşayan elin
yatak değiştirmen önündeki yola
dikili ayakta bakışın fırlayıp çıkman
kapılar kapılar uygun zamanlarımız
elimizi bir insana uzatıp da gel
diyeceğimiz uygunu herbirinin ya da
bir kadının bir kumsaldan sırtını
dönüp sorması bana seni sevinmesi
seni görmeme gülmem merdivenlere
oturup da avluyu seyretmek bir not
ya da dışarıya duvar örmenin
defterleri
uykumda yatak değiştirmem mum
ışığına dikip gözümü fırlayıp
çıkmam kalabalık kapılar uygun
zamanlarım elimi onlara uzatıp da
dur diyeceğim ateş alması
bedenimin gecede uygunu
herbirinin ya da bir erkeğin
işbaşından cevaplaması bir kadına
senden yana kurduğu cümlelerle
korkaklığı hepsinin bir not ya da bir
üçgen çizmenin resimleri
ne hani sürprizleri orta yaşımın boy
fotoğrafı olacak dönüşleri bir
yabancıyı görmek için gidilen
ülkeler merhaba demem onlara
beklediğimiz orta yaşının boy
fotoğrafı olacak gidişleri bir
yabancıyı terkedip -sen- gidilen
sığınaklar güle güle demen onlara
ellerine gülümsemem yine uyanmam
çiçeği suladım mum yaktım yeşil bir
örtüye oturdum sorumu sordum
boşlukla yıkadım bedenimi bir el
parmağını uzattı gökyüzünden siyah
bir çocuk selamladı giden yılı kitap
okumalı dedim çay yapmalı telefon
çaldı soluk sesleri ayna tuttum
yüzüne kapandı yine gece tozunu
aldım yerlerin moru kokladım kapı
çaldı ara verdim her şeye
ellerine gülümsemem yine uyanman
saat altı çiçeği suladın mumun
sönmüş koltuğu yeni odanın oturdun
sorunu sordun ışıkla yıkadın bedenini bir
el parmağını uzattı gökyüzünden siyah
bir çocuk selamladı giden yılı yazmalı dedin
çay yapmalı telefon çaldı soluk
sesleri ayna tuttun yüzüne kapandı
yine gece mavi baktı sana anladı
nasılsın kapı çaldı ara verdin her şeye
2
ışık gemiler geniş gökaltı
akşamlarında ağır sözcükleri
esen rüzgâra sırtını verip
tünel sokağı masa başı
su akan her biçimiyle
istiyorum olasın yolüstü
mola duygusu bilmecesiz
araba geçer yüzlerce
soluk arası susarız ıslak
pencere açık çarşaflar
uyanırız su akan her
biçimiyle merak edip
soralım selam versinler
"kolay gelsin yalnızca
bakıyorum" taşlara alnını
süren kadın mumlar tahta
kokusu eski apartmanların
kadın tenleri "yüreğimin
tam ortasında ne yapsa
silip atamam" telefon çalsın
kuşkızı şaka sözü tedirginlik
eski sesimiz su akan
her biçimiyle yalnız seni
3
olan bir rüzgârı yine senin ışığın
öyle bir hafiflikle seni güne taşıyan
rengi boşluk keyifli bir sızı değil akıp
giderken sokaklarda ona durmadan
verdiğin bir soru belki cevabı çok yakın
yeni olan her şeye -uzak kadar- susup
bakışları ben olsam ya o insan deyişi
sersemce bir duvar örerek zamanla
arasına onca söz bir öğle sonrası baba
önleri güven duygusu gelinmeyen gecelerin
rağmeni bir uyku yaratılan bir güzellikle
çıplaklığın kalın örtüsü bırakıp da
gidememelerin bedenin küskün ve
şaşkın onyıllardır sessizlik çılgın
kalabalıkların tam ortasında sofra
kuran bir kadın mum ateşi içimize
damlayan
4
ardından ışıkları yanan
pencerelerde huzursuz
insan gölgeleri bir silah
sesi birinin ismini
bağırmakta kapıda kalan
duvarımda yükselen
dumanları siyah çatılar
serinliğini kaç gün taşırım
dudaklarının mum ışığı
seçer nesnelerini hiç
farkedilmeyen yürüyelim
açılır perde bir kadın
öyküsü kapanır erkek “bu
hayatta beni ne kadar
mutlu ettiğini asla
bilemeyeceksin” yazı
yazmak akan ucuyla bir
yüreğin çarpıntım var en
uzun uyuduğum gecenin
ardından bedenimi iten
ikinci bir beden nabzını
tenime dayayıp en uzun
yılın ardından sırtını elime
verip durup bakmam
gözlerine dokunduğum
en derin yerinde akan su
şaşkınlığın alt dudağın
nasıl bir çölsün nasıl
yolculuk
ben tatil olayım ses
mekanı taşır istemem
atölyenin kapısından
söküldü ismim sessiz orası
da nedir merdiven
serinliğinde bizi tutan
nedir dizlerin avucumda
kalsın istemem bir resime
çok baktım şapkası kitabı
sakalı ile ayaklarını uzatan
-neye- bir resmi çok
çizdim gözüne doğru büyüdü
silindi erkeklerin
arasında bir kadının sana
benzeyen sesi oturup da
kaç penceresini bir evin
izlemen çağırman avluya
birini yukarıdan inmen
bir ranza masanın üstünde
beyaz uzun süre bekleyip
yanına sözünün bedenini
tutan bir erkeğin seni
güzel kılması iki taş arası
yürümen kuşkızın kitaplar
tanıklığımın gözleri çok
yorgun ben yaşlandım sen
gökyüzünde iki kanat
çok mu şey uykular
bölünmesin isteyip
boşluğa bakmak
5
soluğun tutmadan yaşadığın
uzun bir zaman seyri
terkedişinin bir cümle olabildiği
yarın'a ait
susup bakarım içim ıslanır
kadının olmak bir seçim ya da
yolu üç nefes uzatmak
varolduğun ışığı tutarım
varlığına ayna kıldığım
dün
gelip geçer gülerim
6
su içinde suretini kendi
sanan yalnız hakim
bir öfkeyi buyuran kim ise
sırtı dönük salınışı
ne ise hayatın bilip
de her zaman kendimizi
suçlamak için kullandıklarımız
ömür törpüsü halı tozu
sarkıp da dökülen kazak
ya da sanki bu yok dedikçe
var kıldığımız her cümlesi
odalar
hayat odaları
soru istediğinde rengi
en değişen şansı tükenmez
bir çılgın gibi hareket ister
yaban adaları yalnızlığın
sesleri kapı kapandığı ve
hiç açılmadığı bir zaman için
harcanan
ses dilin sözü uzun
dayanılmazlığı kendisi kılmanın
ve çağ
hiç olmamışçasına “ben”
yazık denip de geçilen
yolları bir tükeniş olduğu
yerde otobanlar ne ki
içinde arkası ışıklı
sayfaların yalnızlığı
birçok ay birçok
aydır ve zamanda sınır tanımadan
hazırlanan bir bedenin
tarazlanan kuytuları
en bildik yalan
kırık üç beş sanı
yani seni beni ve öteki
olan bizleri buluşturan
bir vazgeçişin her kim ise
bıraktığı mutlak bir
boşluk olan odalarla
dolu izi zamanın
dem bıraktığı bir yara izi
7
derinliğin sesiyle akar sanki
yanın karşı konulamaz bir
çağrının mekanı sanki hep
yarılan bir soru bedeninde
silik gölgeler varlığa tanım
aradığında söz salınır hep
koyu sıvılar hep şaşkın
bir serinliği bedenin hep
yarım düşen gözkapakları
açılan uzun ışığıdır gözlerin
kapanır birden çatlaklarından
tortusuz rüzgarın
gizi kendini hiç olmadığın
kadar tam hissedişin mutlak
cümlesine yakarmak sakin
bir kabul şükran çocuk
bırakılan yanlış sorusu
ses uzak bir çizgi söz
yabancısı yüreğin sızı
konuşan istemezliğine
kadın gölgesini kaybedip
ışık olduğunda bir su
yol bulur kendine hızla
cevapsız uzanıp kendi
boşluğuna sahip çıkış
bu kez şansı zamanın
o zamansız durağında
adanın gülüş olur
nedenliliğin durgunluğu
sarılıp kalır adımı
arınan izin sarnıcı
içerim kamaşırken
bedenim büyür gece
ruhun çocuğu yanar
uyuruz akarken
sesinde bir yağmur
eğimi bıraktığında düşen
yalımların çoktan bilinen
ayin susar dinlemek için
rüzgar eser ışık direnir
bir renk aranır çoğu
barış dolu az soruya
uzanılır masalara
bacaklar kapanır
bel sertleşir bölünür
gün hiç durmayan bir
genişliğe kurban verilir
taşın değirmi mutlak
fısıltılarına kulak veren
ürperir dağ susmaz hiç
duyulmayan isteğiyle
mutlak ayini çoktan
bilinen ateşiyle
düştüğünde eğimine
tuz dilden dile şölenin içine
otururuz haçlar uzun
egemenliklerini boyun
izi ağır nabız kıldığında
korku odalarında yalancı
çığlık sesleri ne kadar
yüzün sahiplenilmeyen
çocuğu ve eller ne
kadar sahipli bedenleri
aradığında gölgesi kara
cümlesi tutuk kırık
odalarında masum taşlar
titrek selamıyla hiç
bitmeyen bir hiçin kendine
lanet cümlesi kurarken
ne kadar güzel
yıldızlı başı tutan rüzgarlı
eller ve masallar
8
yanımda özlemedim dedim yine ona
inanmadı haklı ısrarsız ısrarsız gezinip de
bu sokakları yoruldum demek utanç verici
(gittim geldim hep aynı boşluk) sormaktan
caydığımız her söz bulaştı üzerimize dedim ya
saklı kalanı arar bu gecenin ateş soluğu
biz yine yalan söyleriz kadınlar inanır güzelim
korkaklığımız
şaşkın durduk kafes demirlerimizin
zerafetiyle her bölümü bırakılmışlığımız her
kalanı suret gözlerim çay ıslaklığında
yorgunluğum düşünü arar
eşiyle büyür toprakta bıraktığımız ayak izleri
sarıldım kendime (ne kadar ıslak bu yastık ne
kadar da çabalar -elleri çaresiz- unuttuklarım)
bu sesi duyduğunuzda gitmiş oldum hep
hatırlayacağım öleceğim gelmez misiniz
akşamüstü bana kurabiye pişirdim (televizyonu
kapatmalı yerleri silmeli cam kırıklarını çıkarmalı
avuçlardan biberden aksırmalı
senden geçmeli)
9
bıçak ışıldayan çaresiz sevgisiz
üç soru var ikisi benden döner biri
sahipsiz “ben o'yum” sesini örtü
yaparım masama zaman sessiz (ışığı
gecenin en karanlık mavisinden sevmek)
bir kadın yüzü yorgun eski hayatların
ağdasından köşeleri evlerimizin
seyredişimiz rüzgar dolu nefesleriyle renkli
tüllerimiz bizden fazla şey bildiğinde o'na dair
(kaşları hançer suyu bekler bir kadın)
sessizliğin sarısını kuşanmak o izi çocuğu
bilmek duvara dayalı iki el (hiroşima sevgilim)
çıktım dışarı hızı karanlıktı hayatın öldüm mor
aslanağızları balkon boyu sen gölgesi uzun
varışın beklemek (pencereden bakar kadın her
gün altı saat) parmaklarımın sırtı gamzesini
arar yüzünün korku sudur akan titrer biz
sanarız gün gülümser yanıbaşımızdaki
sıcaklık her soluğun gizi ihanet uzundur öğretir
kamaşır sırtım (yine demi alınmış göğsüm yine
gölgesi kırık bir pazartesi) sabah (uzundur
meraklı) sorar yorgun musun gözbebeğimin ışığı
boş süt şişeleri kokusu esmer uykuların
kan dolu düşlerim (hep sarılmak istediğim üç
ömrüm var ikisi bedel)
10
bedenim rüzgarda çarpıp durur pencereler su
akmaz yalnız bir cümleyi büyütürüm koynumda
kalabalıksa asla konuşulmaz
11
sıcak tutuşmuş bir güneş
gibi susmakta durduğumuz
toprağın gölgesizliğine meraksız
kalmamıza sessiz bir yüzle
yalnızlığı açık bir tuz akar iki
çizgi arası derinliğe sertliği
elimde bir karnın nabzını
uzatan benim akmasın
isteyerek zaman öteye
anı demek her kelimeye
okuduğum taşıdığım bir
ten-içi yolculuğa yoldaş
kıldığım her eski kağıt
parçasının taşıdığı izi biz
-ki şatafatlı yalınlığımızın
görkemi kamaştırırken
suskun izlediğim bir
közü tutuşturur mu
bilemedim ve yangın
ne suya aç ne ben
ırmak- bizi de gizi
mizi kalmamış bir çukur
kılarken doğuşunu izlerim
çok çok gülüşü saklı yolculuk
cümlesi unutmam unutturulanı
direnmem kaldı ki gecenin bir
uzak saati maviliği koynuna alıp
çürütünceye kadar emdiyse
sana boşluğa ve mekanın her
zaman dörtte bitmeyen duvar
sayısı ile kuşatıp “eleverdiği”
yüzüne hâlâ sadıksa bu adam
yanlış zamanın ne demeye
bu iki benliği sarıp
sarmalayıp ihanet oyalı
bir yenik kefen kıldığını da
gömmenin bunca arzulu
çığlığını yaralarımıza basmaya
sevdamıza da şaşkın bakmam
inan sadece “şaşkınlığımdan”
ne ki erdem ne değer ne deyip
“sabaha sevinmeye” yetinmem
12
tayfun
kaşınıp da düşen kolun kanıyla yıkandım
ses: her boşluğu yüreğin avlusu açılmayan
rengidir ellerinin
çocuğu uyudu sanarak öpen babaların "erkek"
gölgesi (yırtık sesi) bir boşluk ışığı kendisi
sanacak
şiddet gölgesi ardından akan bedeni
yani üç-beş bilgisi kadim bir hayatın bıçak izi
çekmece ve uyanılmamış bir kulağı açık geceden
hiç bırakılmamış sevdaların tınısını kusarken
birileri
onlar şen ve kendileri
bir ses bir sesi çağırırken kucağa açılırken
kundak bezleri elimiz uzanırken ardına akan
her ter damlası ile -dedim ya sanılan rastgele
bir bekleyiş herkes yine birileri-
ayna sırrını boşluk kılar her yüz kadını arar
susarken sureti taşıyan o duvarları odaların ışık
bir kez yanıp söndü soluk hatırlandı damar attı
silah sesi –ne çok- çekmece hala açık yastık
yüzleri titrek
yırtılanın küçük heceleri rüzgarın
çaresiz bir çağrı bir kadının içine bakıp da
bulmaya çalıştığı
ses:
nefes:
bir hiç'in görkemi:
sankisizliğimizin boyun ağrısı
ayna:
bir bedenin bir yol boyu açılması için tarazlandı
teni
gidiş:
ateşin yaldızlı gölgesi döndü baktı
çekmece kapandı
süzme saçlı daveti için bir katilin sırtı dönük
aynalarda bir kadının kulağından akan gölgesi
antenler uzanılan yarı açık dudaklar titreyiş
uzanılan dudakların dişiliği
bir dişinin dişiliğinden yarı açık dudakların dişi
titreyişi (ne güzeldin)
kurak ve yorgun ışıklarıyla kent kılınmış
bilmezliği sönen bir aşkın mumu söndürüşün
ben uyudukça ve is dolu yüreğim kapkara
ısırılıp da kabaran kuytusu sert geçmişin
parmaklarında emdiğim izi ben olan
erkekliğinde öldüm ben abla sen anne ve sevgili
ses: (çekmece içinde tekme sesleri)
13
dala uzanırım balkon eğilir akar ağzımda tatlı
siyah bir sıvı karşıdaki çatılarda dün'ü ararım
çeker seni bulamadığının bilgisi kötülük
açmaya çalıştığın gözleri bir insanın bir ateşte
büyütüp de sormadığın sorusu bilmenin
ellerin boşluğa biçim verir eşsizliği tutkundan
bir yaldızlı ize bakarsın izlerim tülünü örtüp de
kutsayışını göğüslerine biçim verdiğin bedeni
tenim yarılır doğarsın içimde yeniden tırnak
izlerine tutulurum kıskaçlarına kirpiklerinin
gözbebeğime saplanması için kapanır gözlerim
gün mü gece mi bilmem tutulurum isli camların
ardından zamanı hisseder ölürüm
her köşesinde aktığım o seste çarpar içime
balkonundan akan gölgen duyar içim ben
olurum o beni kutsayarak ben de
(örtünü örterim kalçaların ay ışığında kamaşır
parmak uçlarım hatırlar ayırırım biçim verdiğin
kadınlığımda öğrendiğin her şeyi becerdim)
14
şu an sildiğim
her şeyin anlamı
boşluğun en donuk
rengi sarıyor boşalttığım
alanı ben yanık bir
tenin en yaralı sahibi
ne kadar uzaklaşmak
isterse bedeninden
içimdeki barış o kadar
kendim hissedişim var
terkedişi ismim
kıldığım zamanı
bir keskin bıçak izi
resmini çiziyor tüm
kokularımın ısımın
altında kendini var
bildiği odanın duvarına
kanadığım ömrümün
artık biten şarkısı
ne gam deyişim ve
sarılışı bacaklarıma
ihanetin
şu bar çizgisi -tam
da bir cenin bırakışı
yanına gerektiği
her sarsıntının ertesi
söylenen- çizgisi
bir ayaküstü sohbetin
hafif yılmış sesi
kulaklarımda en
duymak istemediğim
sesiyle bir kabul
değil mi çağrısızlığın
giiiiiiiiiiiiiiiiiit demeyi
isteyip durduğu
her rahimde büyüyen
sıkışan çocuğum
karşı karşıya
sesimizin hiddet
dolu aldatılmışlığı
barışı barış kılan ne ki
inanayım
15
"bizden öte herşeye akan" o rüzgar ve
hiç kimsenin kapatamadığı güzellikte
kapanan gözkapakları bir gün bakar
kendi olur tamlığı ile beklerim o
zaman gelirim
toprağım her yağmurda yumuşar ve ne iyi ki
güçlü ellerim